-
Cüneyt Kara
Tarih: 27-05-2023 14:13:00
Güncelleme: 27-05-2023 14:13:00
Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem milletvekilliği seçimleri, Türkiye’nin kritik dönemleri olarak akıllarda kalacak. Halkın seçtiği ikinci cumhurbaşkanı, anayasa düzenlemeleri nedeniyle ikinci turda belirlenecekken, süreçte ortaya çıkan ittifaklar da Türk demokrasi tarihindeki ilkler arasına girecek.
Hiç kuşkusuz 13. Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem Milletvekilliği seçimleri yaşanan tartışmaları, kurulan ittifakları, seçime 3 gün kala yarıştan çekilen adayı ile hafızalarda kalacak.
Siyasi hayatları birbirinin zıtlıkları üzerine kurulan partiler, birinin varlığıyla diğerinin güç bulduğu oluşumlar, belki yüzyıllardır mücadele içinde olan ideolojiler bir araya gelmiş durumda.
Tüm bunlar yaşanırken biraz olsun eleştirel bakabilen, tüm tartışmalardan kendisini soyutlayarak dışarıda kalmayı başaranlar, geleneksel ya da yeni medyanın sunduklarını süzgeçlerinden geçirerek olaylara bakabilenler eminim daha sağlıklı karar alarak, demokratik tercihlerini kullanabilmiştir.
Doğru, yanlış birçok bilginin aynı anda farklı kanallarla insanlara ulaştığı bir dönemden ve siyasilerin birbirlerini yalancı, müfteri, sahtekâr, maşa, algıcı gibi yaftalarla tarif ettiği bir zamandan geçmek toplumu olabildiğince yordu, daha da yoracak gibi.
Toplum yaşanan tartışmalardan yoruldu. Bu yorgunluğu herkesteki bıkkınlıktan, insanların çevrelerine karşı vurdumduymazlıklarından, trafik ışıklarında bekleyen kalabalıkların yüzlerindeki ifadeden, gençlerin bulunduğu ortamdaki kahkaha seslerinin tonlamasından anlayabiliyoruz.
Yüksek sesle gülen birine hemen ilk reaksiyon aynı masada oturan arkadaşından “nasılsa keyfin yerinde, sen gülmeyeceksin de kim gülecek” diyerek iğneli bir ifadeyle geliyor. Böylesine insanların birbirinin mutluluğunu bile ayıpladığı ya da kıskandığı bir zamanda kimse doya doya gülemiyor. Kolay para kazananlar, baba parası yiyenler, sevgililerinden geçinenler kahkahalarıyla her zaman kendisini belli etmişlerdir zaten.
Hayatın çok sıkıcı olduğu iddiasında bulunan birine “Hayat sıkıcı değil, senin paran yok” cevabının verildiği bir yerde her şeyin çoktandır maddiyata indirgendiğini anlıyoruz ki bu da çok doğru.
İnsanların hayatı sıkıcı bulduğu, kimsenin rahat rahat gülemediği, hafta sonları bile sadece çocuklarını gezdirmek için dışarı çıkan ailelerin bulunduğu bir zamanda sanırım en mutlu, enerjik kişiler siyasiler.
Çünkü her gün bir başka programda boy göstermekte, dinamik görüntüleri, hararetli tartışmalara sarf ettikleri enerjileri, sempatik tavırları, kimsede göremediğimiz tebessüm eden yüzleriyle adeta toplumla dalga geçmekteler.
Toplumu yönetmeye talip bu insanların toplumdan ne kadar uzak olduklarını yüzlerindeki ifadeden anlamak zor değil. Siyasi tercihlerini değiştirmek üzere ikna etmek için konuştukları insanların yüzlerine bakıyorlar ama gözlerindeki yorgunluğu, bıkkınlığı ya görmek istemiyorlar ya da gerçekten görmüyorlar.
Bu durumu bir siyasiye, iktidar ya da muhalefet kim olursa olsun tek tek kişilere mal etmek de yanlış olur.
Bir siyasinin kullandığı kırıcı dili, ona cevap veren diğer siyasi daha da öteye taşıyor. Taş atana gül uzatma fikri tamamen yok olmuş durumda. Lafa gelince biriz, beraberiz, hep birlikte Türkiye’yiz ya da birleşe birleşe kazanacağız ama eyleme geçince birbirine tahammülsüz, kaba dil kullanan bir topluma dönüşüyor, sandıkları bir diğerine mezar etmekten söz ediyoruz.
Toplumu yönetmek için talip kişiler toplumu yoruyor, geriyor.
Kitleleri etkileme rolünü üstlenen geleneksel ya da yeni medyadaki egemenler de iktidar ya da muhalefet kanadından kendilerine devşirdikleri güçleri ellerinden kaybetmemek adına yangına adeta benzin döküyorlar.
Ne siyasetçilerin ne de medyanın toplumdaki gerilimden, kişilerin birbirine olan tahammülsüzlüğünden, en ufak tartışmanın kanlı bitmesinden rahatsız olduklarını düşünmüyorum.
Şayet rahatsız olsalardı sadece sosyal medyada etkileşim almak için paylaştıkları aforizmaları, Yunus Emre’nin, Mevlana’nın kardeşlik, hoşgörü temalı nasihatlerine önce kendileri uyarlardı.
Birilerinin artık toplumdaki biriken elektrikten rahatsız olması gerekiyor. Ümitli değilim ama dilerim ki 28 Mayıs’tan sonra ülkenin tansiyonu biraz olsun düşsün, yoksa biliyorsunuz ki yüksek tansiyon felç riskini barındırır. Toplumun felç olması demek egemen güçlerin daha pervasız hareket etmesi demek.
Siyasi tartışmalardan uzak, parasal problemlerden kurtulmuş, sağlıklı günler diliyorum.