içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Mutlu gibiydi ama mutsuzdu

“Tanrım, tanrım, çok tuhaf bir dünyada yaşıyoruz, dedi. “Her şeyimiz var ama hiçbir şeyimiz yok.” Bukowski

 

Bir ay kadar önce bir kokteyle gittim. Ortam nasıl güzeldi anlatamam. Her yer ışıl ışıldı. Dekor muhteşemdi, bahçeyle iç mekân arasında tam bütünlük sağlanmıştı. Tropikal bitkiler bile vardı.

Harika bir müzik... Tüm konuklar çok şıklardı. İçlerinde bir ben garip ve bir ben yabancıydım.

İtiraf etmeliyim, alışamadım, böyle ortamlara… Ben bir söğüt ağacı altında çay içmeyi seviyorum dostlarımla… Sorun kimsede değil bende herhalde… Benim dışımda herkes çok mutlu görünüyordu.

Beni davet eden kadın arkadaşım yanıma geldi.

“Sen” dedi. “Bu ortamlara bir türlü alışamadın Cengiz, hep bir yabancı gibisin.”

“Hayır harika bir ortam. Sen de çok güzel ve şıksın. Çok da mutlu görünüyorsun” dedim.

Kahkaha attı.

“Öyle mi görünüyorum? Halbuki İçimde fırtınalar var, hepimiz birbirimizle yarış halindeyiz; ‘Kim daha güzel olacak?’ diye… Arkamı döndüğümde aleyhimde konuşulduğunu bilmeme rağmen sahte de olsa gülümsüyorum ve ilgileniyor gibi yapıyorum. Çoğumuz sadece mutlu görünme rolümüzü oynuyoruz.” dedi.

Aramızda konuşma sürüp gitti.

“Her şeye sahipsin ama...”

“Ben de buna hayret ediyorum, derdim ne? İstediğimi alıyorum, istediğimi giyiyorum, istediğim yere gidiyorum.”

“Mutsuzluk nedenin, etrafını saran sahte dostluklar, yapay gülüşler, zorlama eğlenceler olabilir mi? Ya da birileriyle yarış halinde olman mı?”

“Bunlar doğru ama bana yetmez, irdele beni… Somut çözümler getir.”

“Şimdi sana ayrıl bu kalabalıklardan, gürültüden ve beton yığınlarından desem… Yıllar önce benim yaptığım gibi… Çıkar üzerindeki pahalı elbiseleri, giy kot pantolonunu, al bisikletini ve de mataranı… Çık git ve bir ormanın patikasında önce kaybol sonra da kendini bul desem… Bunu yapabilir misin? Bir çam ormanın derinliklerinde, yaban mersini, böğürtlen ve kekik toplasan… Şırıl şırıl akan derenin soğuk sularına atsan kendini… Sonra da yine bir başka patika yoldan bir köye doğru yola çıksan… Köy kadınlarıyla birlikte otlu gözleme pişirsen… Odun ateşinde demlenmiş çayla… Yesen yaptığın gözlemeyi…

Bir bağdan bir salkım üzüm koparsan…  Kuyudan çektiğin suyla yıkasan… Koyunlarını otlatan çobanın çaldığı kaval sesini dinlesen… Çıngıraklarını çala çala eve dönüşlerini izlesen koyunların… Yeni doğmuş bir kuzuyu kucaklayıp sevsen…

Akşam yemeğinde, yer sofrasında yayık ayranı, yeşil soğan ve bulgur pilavı olsa… O doğal ve güzel insanların nasıl bu kadar mutlu olabildiklerini öğrensen…

Sabah daha gün doğmadan kuş sesleriyle uyansan ve gerilerek kalkıp duş almak için kekik kokulu yollardan dereye doğru yürüsen… Sonra köyden bir at bulup dağlara sürsen…

Bir hafta şehirde kalsan ve köydeki çocuklar için yaşlarına uygun kitaplar alıp yine köyün yolunu tutsan.”

“Dur bir dakika öyle güzel anlattın ki, hemen yarın gidiyorum.” dedi.

Sonra mı?

 

Cengiz Hortoğlu

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum